Zayıflayan bir nabız mıyım ben?
Herkesin uyuduğu bir saatte, -ikişer metrede bir konumlandırılmış, üç metre uzunluğundaki direklere yerleştirilmiş- sarı ışık saçan lambaların altından yürüyorum. Adımlarım karanlığa doğru, ayaklarım karanlığa basıyor. "Çıt yok" diyememem için birkaç çıtırtı yükseliyor. Üstünden geçtiğim kırıntıların ne olduğunu göremeden yola devam ediyorum. Az önceki çıtırtılar birilerini uyandırmış mıdır acaba? Yoo, olamaz, ben bile zor duydum! Kulağımda The Smiths, "So please please please let me let me let me let me get what i want this time" diyor Morrisey. Kendimi önlerine sundum, bir ırmak gibi; ama boşa aktım, denize değil, toprağa döküldüm. Emildim, emildim; kendimden de emin değildim. Tek ot bitmedi veyahut bir çiçek bile açmadı üstümde, renkleriyle gökkuşağım olmadı. Biri vardı yiten, biri vardı yutan. Sonunda kimse doymadı. Bir ziyafet veremediysem de, verilen ziyafete davet edilemeyecek de değildim. Aslında en başta bu, ben değildim, onlardı. Eve taşıdığım bir ha...