Sağ Anahtarı

Kapı çaldığında aklıma ilk gelen “o” olmuştu. Ama niye gelsindi ki?

Karşımdaydı... Suçluluğunu kabullenmiş, yere bakıyordu. Onu orada öylece bırakarak, içeri girdim. Üç adım attıktan sonra arkamda kapı kapanmıştı. Tek söz etmeden beni takip ediyordu.

Masanın başındaki sandalyeye oturdu. Günlerdir uyumadığından bahsediyordu sözlerini kanıtlayan kanlı gözleriyle. Af dilerken dili sürçüyordu. O konuştukça benim midem bulanıyordu. Ve tekrar, tekrar… O andan itibaren kaseti tersten dinlermişçesine dinledim onu.

Siyah buruşuk gömleğini sıyırıp kol saatine baktı. Bir adım geriye gittim. Eğildim. Altında kahverengi pantolonu vardı. Siyah ve kahverenginin uyumsuzluğundan bahsederdi hep. Evden aceleyle çıktığı belliydi. Yine saate baktı. Gömleğinin yakasını düzeltti, -geriye kalan her şey düzgünmüş gibi- kısa, bencil bir ah çekti. Masada duran gazetelerin üzerine bir şeyler çizmeye başladı. Sol eliyle çiziyordu. Hafızamı yokladım. Sağ eli ile yazıyor olması gerekiyordu, en azından öyle hatırlıyordum. Kızdım kendime, yanlışlığıma.

Sol anahtarı çizdi. Ve tek hücreli canlıların üreyişleri gibi hızla çoğalttı onları gözüme sokarcasına. Hala konuşuyordu. Ne söylediği umurumda değildi. Midemdeki bulantı gözlerime de bulaşmıştı. Bakarken kayboldum sol anahtarlarının arasında. Kıvrımlarını bozmaya çalışıyordum zihnimde.

“Ne oluyor” diyecektim ki, tıkanıp kaldı boğazımda. Yine saatine baktı. Sahi o buraya geleli çok mu olmuştu? Kaç dakikalık bir konuşmaydı acaba hazırladığı? Ne kadarı bitmiş, ne kadarı kalmıştı? Karanlık bir bodrumda ölümünü bekleyen bir bitkiydim. Sadece bekleyecektim ve bitecekti. Tekrar saatine baktı. Ya zaman hiç geçmiyordu ya da çok hızlı koşuyordu yelkovan.

O gelip de önümdeki sandalyeye oturduğundan beri kıpırdamamıştım. Ya da sadece öyle sanıyordum. Boynumun kıvrımlarını yeni yeni keşfedercesine ışığa baktım, gözlerim acıdı. Ona baktığımda ise bir gölge gördüm.

Hafifçe arkasına baktı. Göremedi beni. Ama emindi varlığımdan. Sözleri bitmişti galiba. Gidecek miydi? Kalkar gibi yaptı, tereddütle oturdu. Sessiz bir filmin en öndeki seyircisiydim. Biçimsiz bir kağıt parçasını elime tutuşturdu. Sanırım anlamıştı onu dinlemediğimi. Konuşmasının kısa bir özetinin elimdeki kağıtta yazılı olduğundan emindim.

Yürüdü, sonra kapı açıldı ve kapandı. Beni kendime getirme ümidiyle bar bar öten treni duydum uzaktan. Birden "Sağ anahtarı" girdi aklıma. Kuyruğunun ütülenmemesine ant içmiş bir ayna görüntüsüydü.

2006

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kendimi kendimden çıkarsam sıfır kalmaz

Ay çok pis!

Falı fallanmak