Kayıtlar

Nisan, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Düşüncelerimi onaramam

Resim
Otoyol, pislikten tıkanmış bir lavaboyu anımsatıyor. Bir mermerdeki anlamsız lekeleri tanıdık nesnelere benzetiriz ya bazen, sonra gözümüzü kaçırınca bütün manzara bir anda silinir... O da benzer bir durumun içinde buluyor kendini. Tekrar baktığında uyumsuz araçlardan dizilmiş, boncuklarının renkleri tutmayan kadifemsi bir tesbih görüyor. Dünkü bereketli yağmurun kalıntılarını asfaltta dalgalandırmaya cesaret edemeyen araçlar, şive farkından dolayı söylenen kelimeyi utana sıkıla algılamaya çalışan yerli bir turistin yüz ifadesini takınıyor.

Ne biliyoruz ki?

3-2-1 Motor! Sahne 1 : İngaaa ... Merhaba. Ben, etrafımda kayıt cihazı yokken aklına türlü, kendince şahane fikirler getiren, sonra “Unutmicam unutmicam unutmi… " derken, “Yahu cümlenin başı neydi ki?” diye hayıflanan hafıza kaçkını biriyim. Böyle olmak kimine göre seçilmişliğin bahşettiği Pikachu’luk olsa da, bana göre bir haksızlıktan öteye gidemiyor. Kendime acımıyorum, en azından bu konuda, sadece diğer türlü normallik düzeylerinde hayatım nasıl seyir ederdi diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

Karamela sepeti

Resim
Hem ateşim hem de işim var. Kolum, bacağım sanki tamamen benden bağımsız, eklem yerlerim hasarlı. Yazasım varken, ne yazayım diye düşünüyorum, mesela hangi kelimelerle? Bir sürü eş sesli var, eş anlamlı var, uyak var… hangisini seçsem de yazsam, o piti piti. Hep aynı kalıbı mı kullansam? “Beyazın detaylarda gizlenmiş soyut hallerini Demirel’in gözünden görebileceğimiz sergi, 2 Mayıs 2009 tarihine kadar açık kalacak.” Bla bla bla. Nasılsa ya, diyorum, sadece ben okuyorum. Canlı bombasın, yanlış bir şey yapsam patlarız hepimiz. Filmin sonuna kadar kanlı canlı izlediğimiz ana karakter, baştan beri bir ölü imiş! 93 dakikanın sonunda anlıyoruz bunu. Sonra film çok boş geliyor... ya da ana karakterin rüyasıymış hepsi. Yine, eyvah boşa geçti zaman! Aslında biz hep sıkıntıdan patlıyoruz. Bi de: Redd > Her neyse

Damağında "Sevgili Günlük" tadı

Sabah otobüse yetişmemi sağlaması için Allah ile hararetli bir muhabbete girmişken bir yandan hızlıca hazırlanıyor ve işimi “şansa” bırakmamaya çalışıyordum. Derken asansöre bindim ve “Acaba burada da çekiyor mudur?” diye düşündüm. Türkiye’nin yüzde 93.3’lük bölümünde çektiğini iddia eden Avea ile karşılaştırıldığında bu çekim gücü tahmin edilemez olmalıydı. Neyse, apartmandan çıkınca biraz koştum ve yetiştim 71t’ye. Her iki haftada bir aynı şoföre denk geliyorum. Neşeli bir insan kendisi. “Günaydın” diyorum, o da bana “Oo günaydın hanım abla” diyor. Dont worry, be happy.

Kavrulmamış anlamlar

Tohumu ekilmiş, sulanmamış çiçek. Kim derdi ki büyüyecek? Daha dün oynuyordu parkta. Sımsıkı atkısı boynunda. Güneş tepesinde. Anlamı kavrayamamış çocuk. Gözleri boncuk boncuk. Anlatmaya da kıyamazsın. “Üzülmesin, yazık”. Gibi bir hikayesi vardı kızın. Dört Mart İki Bin Sekiz Dolan gözlerimdeki boş bakışlar. Düzen yitirilmiş, başlamış itiş kakışlar. Uykum yok, ancak uyuyasım var sonsuza dek. Öbür dünyaya başlamış, e-bilet online satışlar. İki Ağustos İki Bin Sekiz

Dibi gelmek

Resim
Algımın yüksek oranda “işitsel” olduğu ileri sürüldü. - Mesela sabah alarm çalınca hemen kapatmak ister misin? - Ee evet! - İşitselsin sen. Zihinsel engelli de olabilirim bence, random çağrışım. Geçmişte yaşadığın ve gelecekte yapmayı planladığın şeyleri düşünürken hangi yönlere bakıp, ne tarz hareketlerde bulunduğun algı anlayışını ele veriyormuş. Doğrudur kesin. Ama görsel ve kokusal (!) hafızam da iyi galiba. Kuaföre gittiğimde “saçını sakın boyama” uyarısı alıyorum. Zaten boyama isteğim yokken, tekrar dile getirildiğinde, hani kötü şeyler insana daha çekici gelir ve ayrıca kaçan kovalanır ya, acaba kızıl bana yakışır mı moduna bürünüyorum. Sonra diyorum ki hayır olmaz. Hep aynı aynı şeyler. Saç boyamak ne saçma bir eylem aslında. Dibi geliyor insanın, falan… Zamanın geçmesini “dibi gelmek” olarak kullanabiliriz, kendisini deyimleştirmek pek şahane olabilir. Her geçen an bizi, dip’e daha çok yakınlaştırmıyor mu? Mesela ben bugün 7954 günlükmüşüm ve yeni yaşıma girmeme 82 gün
Bana bu kalbin kadar temiz olan sayfayı ayırdığın için teşekkür ederim. Dü bab dü dü bab dü dü bab dü dü bab, bab bab dü dü bab bab a dü dab. I never know what to do with my love I never know what to do with my hands So I put them behind my back

Kuaförün çöpündeki saç teli

O kadar soğuk ki, nasıl üşünür unutuyorum. Hani böyle bir karanlık yoktu? Şimdi siyahtan söz etmek bile imkansız. Uzaktan geldiği belli, belirsiz bir ses kulağımı çınlatıyor. Burada mıyım, farkında değilim. O boşluk bir nefeste beni içine çekerken, patlayan kulak zarlarım dibe batıyorlar. Yine o tanıdık boşluk; kulağımdan göğsüme, doldurulmam unutulmuş. Eski günlerdeki misafirlik evleri geliyor aklıma o an, oturmak dışında her şeyin yasak olduğu. Aynı kısıtlılık duygusuyla olmayışlar içinde sürüklenirken, içim içimi yiyor. Bunu kabullenemediğim gibi hayali de peşimi bırakmıyor. Yok, işte, olması gereken.

En zayıf halka

Ofiste şemsiye bırakmanın verdiği mutlulukla aniden atışan yağmurun altına kendimi attığımda, bez ayakkabılarımın çoraplarımı mahvetmesine bir kez daha izin vermeyeceğime dair söz veriyordum. O sırada sol ayağımla bastığım büyük, dikdörtgen ve şaşkın Şehit Muhtar Bey caddesi taşının altında saklanan suyun bir kısmı açığa çıkarak sağ ayağımla bütünleşmişti bile. Boyumun uzaması ve gelişimim için doğanın uyguladığı bir komplonun daha sonuna gelmiştim. Halbuki bilmiyordu üzerimde kıyafetlerim varken ıslanmayı hiç mi hiç sevmediğimi. Hele şemsiye taşırken hiçbir yeri ıslanmasın istiyor ya insan, ayakları dahil, o anlamıyor. Yağmur, saçma şey. …diye yazmıştım, Baba ve piç’e başlamadan önce. Sonra “ Oha ” dedim. Merhaba, ben kahve içince sarhoş oluyorum. Yok, sarhoş değilim, çok sıkıcıyım çok çok sıkıcıyım.
Mucize! İşte bu yere yıkar beni. Ama bir bedeli var. The Turkish Mutant Ninja Turtles.

Kendimle şaşırtmacalar oynadığım zamanlar

Suçunu itiraf etme. Benim üstüme kalsın. Çünkü üstüme çok yakıştı.