Bulgur

...Otobüs, şoförün muavinle girdiği diyaloglardan anlaşıldığı üzere ana durağa geç kalmıştı. Bir buçuk saattir iki katlı otobüs zannedilen bir sıkımlık araçta bulunan güya 'oturan yolcu sayısı 33, ayakta yolcu sayısı 66' kişilerin oturanlarının popolarına tavayla vurulmuş etkisi, ayaktakilerin de ayaklarına karasu hakimdi. Sarsıntılardan olsa gerek, birkaç tartışma vuku bulmuş, ara bulucu yurdum insanı sayesinde kıssadan hisse dindirilmişti.
Hızlı ve hiç de emin olmayan adımlarla ilerleyen otobüs şoförü hıncını yan şeritte seyir eden taksiciden almak niyetiyle direksiyonu aniden sağa kırdı ve aniden yine sol. Filmlerdeki aksiyon sahnelerini aratmayan bu zihniyetsiz olayı yaratan şoför arkada yüzlerce yolcu taşıyor olduğunu unutmuş olmalı ki ilk defa ağızdan dökülen ilginç küfür tanelerini egzozlu havaya tükürdü. İlkliğe tanıklık ettiğini düşündüğünde sevinen ve bir yandan evine sağ salim ulaşmaya çalışan yolcu, yanında sağ bacağının üzerine bıraktığı anlamsız ağırlığını perçinleyen, derisi pörsümüş yaşlı kadına bakarak “akıl hastaları” diye söylendi. Sonra pencereden köprüde yürüyen insanları gördü, karınca yuvasını andırıyorlardı.

İneceği durağa yaklaşırken kitabını çantasına yerleştirdi. "Elim ekmek poşetine gitmese yemek yerken ya da aklıma bir daha hiç çikolata gelmese; çok güzel olacak!" diye düşündü. O kadar çabuk gerçekleşti ki bu düşünce, o an için ne kadar saçma olduğunun farkına bile varamadan ayaktaki yolcular arasından sıyrılıp, basamakları yuvarlanırcasına indikten sonra kırmızı gökyüzünün altında buldu kendini. Bir filtrenin arkasına saklanmış olsa ya da gözünde bir güneş gözlüğü… bu renk üzerinde tartışmaya değmezdi. Ama eliyle yüzüne doğru uçuşan saçlarını geriye attığında gözlüğünün kafatasında asılı olmadığından emin oldu. Yeni boyalı kızıl saçlara özenmiş gökyüzü altında iğne deliğinden geçen bir iplik gibi korkuyla ilerlerken bu tutuşmuş havanın diğer insanlarda yarattığı etkiyi gözlemlemeye karar verdi. Diğer insanlar mı? Herkes neredeydi?
O sırada dünyanın en sesli aracının arkasından ilerlemeye başladığını duydu. Bir çöp kamyonuydu. Yanından geçtiği dürümcüde çalan arabesk müzik radyosunu bastıran güçlü ses, karnını doyurmaya giden insanların pek bir asabını bozmuş olmalı ki kapı üzerine kırk kilit vurulmuşçasına kapandı ve rüzgârgülü iki arada bir derede kaldı.
Çöp kamyonunun hedefinin yanından geçerken bu pislikte nasıl bu kadar berrak renklere sahip olabildiğini anlayamadığı, bu yüzden taparcasına, anlık büyük bir şefkat duyduğu beyazlı grili kedi ile göz göze geldi. Gözlerinden açıkça görülen açlık dürtüsü, kedinin asil kürkünün altından bir diken gibi ortaya çıkıyordu. İçini tarifsiz bir şekilde burkan acıma hissi, çöp yığınlarının arasından eğilip kedinin başını okşamak isteğini beraberinde getirdi. O anda peşi sıra gelen kamyon bir korna tüttürdü ki kedi de o da nereye sıçradıklarını bilemediler. Anlaşılan mekanın asıl sahibi gelmişti.
Kurumuş görüntüsünün ardında nice ağız dolusu yudumlar barındıran bir mantar gibi insanoğlunun yanına ait olmadığını hisseden zavallı kedi, o onun güzelliğinin farkına varmadan yanından uzaklaşmak istiyordu.
Zamanında civcivlerine afiyetle yedirdiği kuru bulgur taneleri, susayan civcivlerin sonunu getirmişti. O bilmezdi ki asıl insanlar, kuru bulgur taneleriymişçesine yalnız ve küçüktüler. Bunu, beyazlı grili kediye birinin anlatması gerekiyordu...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kendimi kendimden çıkarsam sıfır kalmaz

Ay çok pis!

Falı fallanmak