Kayıtlar

2008 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Ben geldim

Resim
İyi bir bilog yazarı değil miyim, olamayacak mıyım, olmak mı istemiyorum; gibi bir şeytan üçgenine sarmış durumdayım bu yazıyı yazarken. Neyse, artık şöyle birşey yaptım ki bılogırdaki a-asosyal yapımı biraz olsun yumuşatabileyim: (Bkz: asosyal yapının yumuşaması) artık anonim değil "herkese açık" bir izleyiciyim. Platonik sevgilere elveda; aç kapını lütfen, çünkü ben geldim, çok üşüdüm, çok soğuk yerden geldim.

Belki

Resim
Bildiğiniz süs balıklarından almak istiyordu. Sonra baya iyi arkadaş olacaktı onunla, hatta belki Mister K koyacaktı adını. Ama satın alma isteğiyle beraber –ki para karşılığı alınmak istenen ‘şey’, yaşayan bir canlıydı. Buna da karşıydı her zaman, neyse konu bu değildi- ölmesini düşünmek bile onu aşırı üzüyordu. But one thing is for real a fish is a better friend than a human.

Lili

"Hayatta en sevdiğim şey sorumsuzluktur" diyor Teoman. Sonsuz kere katılıyorum kendisine. Dolabıma meyvelerin üzerinde bulunan markaları yapıştırıyorum. "Nasıl yani" mi? Mesela en bilineninden "Chiquita" var. Yine muzlardan devam ediyorum: "Bonanza!" ve "Dole". Daha sonra "Hormonsuzdur!" ibaresiyle Elit ve Özkaradağ markaları (sanırım bunlar domates) çıkıyor karşıma. Mandalinalarda Bekir 394 ve Kemal 559 bizim marketin vazgeçilmezleri arasında. Ve benim işim gücüm yok, dolabımı bu saçmalıklarla donatıyorum. mu?

Lan.

Resim
Yiğit Özgür

O bir kuş, o bir uçak, hayır o Superman!

Resim
Wordpress (vördpires)'de bulunma amacımı tam olarak kavrayabilmiş bir birey değilim. Blogger'cığım kapanmıştı, o zaman gaza gelip bütün yazılarımı aktardım oraya. Hakkını yememem lazım yine de; bılogır yok olduğunda kendimi, kendisinin kollarına teslim edebilmişim rahatça. http://sayinbayan.wordpress.com/ O bir kuş, o bir uçak, hayır o Superman! Birkaç gündür çok (soğuk alınganlığı) hastayım. Ancak bu mikrobik şeytana rağmen normal insan yaşantımdan ödün vermiyorum. (Akşam tiyatroya gideceğim mesela, dün kursum vardı ve örnekler çoğaltılabilir...) Sesim borazan feat. travesti gibi çıkıyor, iyi ki ses kaydı falan yapmıyorum bu aralar. Yapsam, nasıl bir sayın bayan ulan bu, şeklinde eleştiriler alacağımdan adım gibi eminim. İyileşince "oldu bitti maşallah" partisi vereceğim, öksür aksır bir yere kadar çünkü.

TGIF

Thanks God It’s Friday! Bu aralar en çok Vienna Teng 'i seviyorum. Boomp3.com

Dırım dırım dırım dım

Resim
İçime bakıyorum, yürüyorum. Her bir tarafta “hoşgeldin’iz” yazıyor. Rakım, nüfus… yok. Sadece geldiğimi belirten ve bunun hoş olduğunu iddia eden yazılar var. Hem kim, ne zaman, hoş gelmemiş ki? Ama gitmek, tükenmez kaleminin yazının ortasında bitmesi gibi. Nefes almak gereksiz. Karalanarak, karalayarak gitmek var. Bu da bir çeşit acı... Tişörtünü başkasında görmek ve ona hiç yakışmadığını düşünmek gibi. Gibilerden kurtulup gerçeklere ulaştığımızda, her şey ne kadar da korkutucu. Yazdığım şeyleri sadece ben anlayabiliyorum "gibi" bir izlenime kapılıyorum. İç ses'çiğim, doğrudur, diyor, ben ise, teşekkürler. Bu arada bunu yeni yazmadım. Son İçtiğim: Yaseminli yeşil çay Son Dinlediğim: Erik Satie - Gnossienne No: 1 Son İzlediğim: Saw V (Ortaya karışık) Bir de artık http://www.sayinbayan.com/ şeklinde bir alanı daha kaplıyorum. Kazım Karabekir'in akrabası ısmarladı.

Aç parantez

Resim
(Oldu o zaman. Bay.) Defterimin üzerinde bir saç teli. Yere atmak suretiyle kendisini def etmeye çalışırken hala kafama bağlı, yaşayan, benden yana bir parçayı koparmaya çalıştığımı farkettim. Saçlarım uzamış görmeyeli. Geçen cumartesi yaptığım hesaplara göre artık her pazar piyano kursum vardı. Ancak yine pazar günü yaptığım plan ile her pazarlarım yine boşluğa emanet oldu. Piyano alacak maddi gücü bulamayınca da org almakta karar kıldım. Hem ucuz, hem de halktan. Ay ken, yu ken, vat ken yu du? VAT KEN YU DU? Gündeme karşı serin duruş. Dinliyorum: Onor Bumbum - şimdilik Bic Runga - heal (hiiiiiil mi nav!) ___ Kendi de biliyordu bunu. Bu, bir sır değildi artık. Üçüncüye bok düşmeliydi. Düşmemeliydi.

Mayalanma (Arı Maya'yı anma)

Adam: "Hayatında biri var mı?" dedi. Kadın: "Kendim bile yokum ki hayatımda." Arkadaş bir film önerdi, 'pembe' filmler izlemeye çalıştığımı söyledim. "Hıı bu aralar piskolocin penbe demek" dedi. Hayır dedim: "Pisikolojim pembe değil, işte böyle filmler izleyerek onu pembeleşinceye kadar pişiriyorum." Fermantasyon: Fransızca fermantasyon (fermentation) sözü kimyada "Organik maddelerin bazı mikroorganizmalarca salgılanan enzimler etkisiyle uğradığı değişiklik" anlamıyla kullanılmaktadır. Sözün bu anlamı için dilimizde mayalanma karşılığı bulunmaktadır. Sanırım bir organik madde olarak bazı mikro ooo organizmalar tarafından değişikliğe uğratılıyorum. Gözlerimizi hiç kırpmasaydık dünya daha mı değişik olurdu? Filmlerde neden insanlar film izleyip morallerini bozmazlar? Bu, rüya gördüğünün bilincinde olmak gibi birşey heralde. Uyuyosun, herkes oyun oynuyor sen de içindesin, ama rüya'm bu diyorsun kötü de olsa. Ayak uydurmalıyım ...

Your Sassy Girl

Resim
Bloğumu açar açmaz (hatta sabah sabah) Kim’in çalması ile birlikte otobüste aklıma gelen bütün komik şeyler bir anda uçuverdi. Hal bu ki o komiklikleri buraya aktaracağım için ne kadar da mutluydum. Ama Teoman Bey’ciğim mutluluk kırıntılarımı uzaklara dalışlara bıraktı. Neyse. Bunu dün yazmıştım, her gün otobüste bu kadar mutlu olmuyorum. Artık ciddi ciddi insanlara “kulak zarınız patlasın” diye beddua etmeye başladım. İett’ye mail yoluyla ulaşarak onları toptan şikayet etmeyi düşünüyorum, çünkü artık teker teker hepsiyle baş edemiyorum. Ne? Çok mu dert ediyorum? Belki de siz kafasını koparmak istediklerimden birisinizdir. Size ne? Son Yediğim: Poğaça ( Top X ) Son İçtiğim: Ayran Son İzlediğim: My Sassy Girl Son Dinlediğim: Nesrin Sipahi – İçin için yanıyor

Cien años de soledad

Resim
Yüzyıllık Yalnızlık: 1982 Nobel Edebiyat Ödüllü, Kolombiyalı yazar Gabriel García Márquez'in 1967 yılında Meksika'ya ilk gidişinde yazdığı başyapıt. And Vikipedi said the following too: “İlk baskısı Can Yayınları tarafından 1984 yılında yayınlanmıştır.” Bu Vikipedi resmen yalancı. Dün Nilay’ın bizzat gidip sahaflardan aldığı 1982 basımlı (ki bu üçüncü baskı) Yüzyıllık Yalnızlık ne pek iyi? İlk baskısını Şubat 1974’te yaptığını belirten Sander Yayınları ’na gönülden inanıyor ve popüler Can Yayınları'nı esefle kınıyorum. Bu arada benden beş yaş büyük, mis kokulu kitabım 12 YTL imiş. Son Dinlediğim: The Ting Tings Son Yediğim: Eti Finger Son İçtiğim: Çay Son İzlediğim: P.s I Love You

Ruhum özgür, sadece rüzgarlı havalarda

Resim
Bilmiyorum ve ellerim titriyor aşk filmleri izlerken. O pembe filmler değil titreten, dedim ya, bilmiyorum aslında. Yağmur yağıyor, asfalt ıslak. Ve aşk, bu gerçekliğin tamamen dışında. Yani sadece filmlerin konusu mu, “hayır” diyorum “yok böyle bir şey”: Tırnaklarım uzuyor ve ojelerim çıkıyor. Hiçbir kahramanın başına gelmez bu ki zaten kahraman değilim ben, aman aman bile değilim. İnsanlar buruşuk. Kat kat giyinsem de üşürüm şimdi, çünkü aklım karışık. Ellerim titrerken, sözler karıncalanırken yazardım. Ve resim yapmak isterdim ama boya elime yakışmaz. Şimdi yine yollar kapalı, sokaklar çıkmaz. Yollarımız zaten çakışmaz, bunu düşünmek bile saçma. Evet konuşmuyorum, çünkü artık anlamak zor. Keşke sonsuza kadar uyusaydım. Bence bütün suç babamın. Hayır, tam olarak “hayalci” denemez bana. Bunu yazmaya başladığımda da saatin 16.16 olması hiçbir şeyi değiştirmez. N’olur bana mutluluğun resmini çizer misiniz? Ben çizemem, belki o çizer. Ben soramam ona, sorun eder beni. İyisi mi siz sorun....

Sonbahar'da saçlarım dökülür

Resim
Hiçbir şey olmamış gibi davranarak kimi kandırıyorum ki? : Kendimi. Tanrım kafein çok güçlü, sanırım ona yeniliyorum. Ağzımda üç harfli, içi boş kelimeler çiğniyorum (nefis), kandırmacalar oynuyorum. Doluyu alıp boşluğu bırakıyorum, bu oyun çok zevkli. Dualarım göğe doğru yükselirken buharlaşıyor galiba, çünkü kimse beni duymuyor. Beynim bir kazan ve taş çorbası (nefis) kaynatıyor sürekli. Midemde kelebekler yerine arılar var. Kurşunlanmış gibiyim, delik deşik bulanıyorum. Modaya uydurduğum ayağımda Hint kumaşıyla kaplanmış topuklular yok çünkü düşüyorum. Ve yükseklerden düşmek canımı daha çok acıtıyor. Acıtmak... Sen – kafein – ellerimi uyuşturmayı bırak. Beynim, hadi kalk gidiyoruz. ® Maggie Taylor / Mood lifter. 2001

Batarya Zayıf

Resim
Rastlantı: Bir aklın intiharı ve delirmeme inkârı. (Yüklemsiz Tümce) Uzun. Uzamış ben görmeyeli. Bakmayalı mı desem? Ve havuz boşmuş, yeni fark ettim. Sadece fark, hepsi bu. Farklı olmasan, olmasın. Tekrarlanıyorum sonra, sıkıldıkça da ufalanıyorum. Bu bana ne kazandırır veya ne kaybettirir, istemedikçe? Uzatmayalım. Aklım, lütfen oynatmayalım. Düşüyorum, düşüm yok. Düşünüyorum ve üşüyorum. Oysa soğuk değil. Ama karanlık korkutur beni, korku ise üşütür. Herkes sıcak mı ben soğukken? Her göğüs kucak mı sana? Geniş zaman, çok geniş bir zaman, her zamanımı kapsayan zaman. Evvel zaman’ın dışında. İçimde başka bir hava, parçasız bulutsuz. Yüzüne bakılmıyor, bir şey saklanmıyor. Ama o hiçbir şey bilmiyor. Umut? Unut gitsin, dedim. Uyut, büyütürsün belki çirkin benliğini. Dikkat! Basamakta durmayın, otomatiktir kapı, çarpar dedim. Çarptı kapıyı ve gitti. 5 Nisan 2007 / Perşembe / 18:15 SayınBayan

Ruh felci

Resim
Bazen kalıcı olabilmesiyle birlikte sık görülen şekli pek yıkıcı ama geçici halidir. İçiniz kıyılır, içiniz küçülür, içinize öküz oturur. Çaresi kesinlikle zaman değildir ki zamana bırakılması halinde, felçli ruhunuz sizi içinden çıkılmaz bir duruma düşürebilir. Beklenmeyen bir etki görüldüğünde doktorunuza veya eczacınıza başvurmak yerine, "susunuz", sonra geçer. SayınBayan

Derdim bu değil aslında

Resim
Dönem dönem yaşadıklarımdan hiç ders almadığımı anlıyorum. Sonra kendimi kötü hissediyorum ve bu dönemlerde normal zamanlarımda dinlemediğim (dinlemeyeceğim) şarkıları dinlemeyi bir görev ediniyorum sanki. Arabesk değil de böyle bir değişik. Kastım şarkılara değil, bu saçma duygu haline. Mesela geçen günlerden birinde, televizyonda açık kalmış bir müzik kanalında çıkan şarkı ile irkildim: “Aa kim söylüyor bu şarkıyı?” şeklinde. Baktım ki, Yaşar’mış. Kendisini ilk popüler olduğu zamanlarda, ki bu benim ergenlik dönemime denk gelir, az da olsa dinlediğimi inkar etmeyeceğim. Sen çok yaşa Yaşar ama şarkı halinde kal, n’olursun. Hayal gücümün ulaşılması güç sınırları sayesinde, aklım bulanabiliyor bazen. Rüya ile gerçeği ayırt edemediğimiz anlara benzer anlar yaşayabiliyorum. Hani bazen uykuda bir şeyler söylerken sesimize uyanırız, uyanırız uyanmasına da birkaç saniye sürer bu uyanıklığı fark etme anı. Neyse işte o anlar, beni iyi anlar. Öteden beri tanışıklığımız vardır onlarla. Bir de ta...

Bir sallantı bedenime

Resim
Son Dinlediğim: Alicia Keys - No One Son İzlediğim: Mumya 3 / Ejder İmparatoru'nun Mezarı Son Yediğim: Zeytinli poğ(a)ça Son İçtiğim: İce Tea şeftali Okuyorum: Jean Christophe Grangé - Şeytan Yemini Tavsiye: http://derin.bunalti.com/ (Hayır bunalımda falan değilim, sadece seviyorum bu konuları. Sevgiler) Kendim bir şeyler üretmeyip hazıra konuyorum. Random da sadece sıradan bir eklenti. Yazının asıl sebebi şu iç sorgulayan öyküdür: Bir sallantı bedenime Sefil bir çığlıkla ne yapılabilir ki? Ben niye yazdıklarımı aynaya tutup tersinden kendi içime bakıyorum ki? Kime sorduysam seni yok, beni yok, onu yok dedi. Ama varlık kırmızı bir ilaç gibi boğazımdan aşağı düşerken, boynuma sarılı ilmik onun aşağı düşmesini engelleyen boyunsuz bir mezar taşı gibi. Niye diye sorduğum her şeyin cevabı varsa eğer niye sorayım ki, cevapsızlığın içinden geçen yolun keyfine eremeyeceksem. Yaprakları bile saymak gerekiyorsa, matematik bir yokluk bulmalı bedenim başımın içine. Gidip bir hayale yalnızlık k...

İçimizde bir yer var mı bildiğin?

Yanlış bir hayatı yaşıyormuş gibi mutsuz bir hali vardı hep. Sorularla ne kadar yalnızız. Ve ne kadar kalabalık yalnızlığımız. Herkeste kendimize çarpıyoruz. Ve, bir ses bize diyor ki: "Sen mükemmel değilsen, başkasının mükemmel olmasını niye istiyorsun?" Ve, biz diyoruz ki: "Ben mükemmel olsam, başkasının mükemmel olmasını niye isteyeyim?" Hepimiz yaralanmayı biliyoruz. Yaralamamayı bilen birisini arıyoruz hepimiz. ____ Ahmet Altan / İçimizde bir yer

Gözyaşlarına dayanamam

Resim
Karıncaları çakmakla yakan (çıkan çıtır çıtır sese hayranlığından dolayı) ve tuttuğu kaya balıklarını canlı canlı kedilere atan (!) bir hayvansever deli. "Niye" sorusunu lügatının baş köşesine koymuş bu deli (ki bu deli ben değilim), yanlış ilaç tedavisi sonucunda bir yıl dinlendirici gözlük kullanmak zorunda kalarak 4 göz laflarını işitmekten gınalar geçirmiş vakti zamamında. Tabii doktor reddetmiş bu yanlışlığı ve olaya farklı bir bakış açısı kazandırmış: "Bu çocuk çok kitap okuyor ve gözleri yoruluyor." O sıralar kızın kalbinde taht kuran Ayşegül serisi, arkadaşları ve onun için sosyal bir ortamın kilit anahtarlarından biriymiş. Çünkü kitaplar bir günde bitirilesi ve diğerine başlamak için büyük istek duyulasımış. Yani göz yorucu hiç bir özelliğinin olmamasının yanı sıra, beyinsel işlevleri de yavaşlatan kitaplar bunlar. Böyle. "Çocuklar mizah yeteneği gelişmemiş bireylerdir" diye okudum bir sağlık dergisinde. Çocuk ne kadar espirileri anlayıp onlara ka...

Çok sesli kulaklık korosu

Resim
Bazen bazı şeyler çok saçma ve bulantılı, bazı şeyler de banyo sonrasında çöken o uyku gibi tatlı geliyor. Ancak bu ikinci bazenler daha nadir ve sanırım bu yüzden güzeller. Birşeyin cılkını çıkarmadığın sürece, onun yolunda ilerlemek iyi ve risksiz. Tam tersi ise, gerçekten tam tersi. Mesela eskiden kimse öyle müzikmiş, radyoymuş dinlemezdi toplu taşıma araçlarında. Yolculuk sırasında birbirleriyle konuşur, yolculuk sonunda akraba çıkarlardı. Büyük kadınlar, tanımadıkları küçük kızları kucaklarına alırlardı. Ne olduysa radyolu, empeüç'lü telefonlar çıktıktan sonra oldu. Sessiz bir şekilde dinleyenlere değildir sözlerim, sözlerim kendilerini bilmeyenleredir. Sabah ses seda yok otobüslerde, daha doğrusu insan sesi yokken, mekanik gürültüler var çokça. Benim arkamdaki, çaprazımdaki, yanımdaki bayanın karşısındakiler ve saireler hep beraber farklı ve cızırlıtı şeyler dinliyorlar. Hayır, dinleyin ama aynı şeyleri dinleyin, hep bir ağızdan dinlemenin keyfine varın. Ve bari reklamları es...

No: 22

Taksim'in nefes kokan havası içinde dinginliğin anlam bulduğu no: 22'nin tavanı yüksek, tabanı ise gıcır gıcır. Nasıl oluyor da birbirimizi farketmeden yaşıyoruz? Gerçekten yaşıyor muyuz?

You're gonna see right through

Resim
Çok kısa bir süre önce zamanlar yeniden karıştı, sabah çok erken mi, gecenin başlangıcı mı? Hem ne farkeder, dedim. Bir ülkenin, bir kıyının düzenli çizgisini ansızın bozan bir çıkıntıya benzettim kendimi -kendi yaşamım için- bir fazlalığa... Göğüs kafesimde, karın boşluğumda, atalarımızın kanıtlayıp tanımlayamadığı bir şey vardı, sonsuzca büyümüş bir gözyaşı ya da hiçbir filmde, hiçbir deneyde görülmez bir yara... Çünkü bu büyülü kürede düz bir çizgideymiş gibi ilerlemezsen hep yaralanıyorsun. Yağmur yağıyor, çok fazla ses yok, büyük ve karmaşık bir kentteyiz, galiba güneşin çevresinde bir kez daha döndük. Yaşamın, birbirine yapışmayan, birbirine geçmeyen parçalardan oluşuyor ve sanırım benim de istediğim bu. Her parçada yeni görüntüler bulmak... Birleştirildiğinde ortaya kocaman, belirgin bir resim çıkan oyunları sevmiyorum ben. Bütün uğraşların sonunda resim tümüyle parçalansın, dağılsın ve sonsuza dek yeniden kurmaya çalışalım onu. Böylesine bir parçalanmayla yaşayabiliyorum ancak....

Random (Marilyn Monroe)

Resim
Eternal Sunshine of the Spotless Mind: Saçma Türkçe'siyle Sil Baştan filmini ilk izlediğimde, bu sürenin hayatımın en önemli 108 dakikası olduğunu anlamıştım. Konusu itibariyle böyle birşey olanaklıydı, zaten hastalık kıvamında beynimde varolan şeyin beyaz perde uyarlamasıydı kendisi. Evet, sonradan çok popüler olan, izleyen izlemeyen herkesin diline dolanan (Amelie gibi) film; soundtrackları olsun, fotoğraf kıvamındaki görüntüleri olsun inanılmaz derecede ruhuma işlemişti. Hee bu konu nereden mi esti? Filmin isim babası Alexander Pope bir nevi ve rastgelerek şiirini okudum. Böyle. Son Dinlediğim: Göksel - Dönme Son Okuduğum: Alexander Pope - Eloisa to Abelard www.monadnock.net/poems/eloisa.html Son İzlediğim: Karşı masamda oturan kişi (isminemelazım) Son Yediğim: Bambi turşulu amerikanlı ciğer kavurma Son İçtiğim: Soğuk su Hepimiz biraz komik değil miyiz?

Ne tesadüf (!)

Resim
Turyol'da (Çınarcık - Eminönü hattı) cam kenarının yanını kaptım ki dışarıda gezinen insanların tuhaf hallerini izleyebileyim. Neyse kaptan basıyor gaza, adaları geçtik mi tut tutabilirsen. Evrenin tek rasyonel varlığı olduklarından bir haber, çay içip tost yeme yarışına giren yolcular öyle mutlular ki içeride resmen bir bayram havası var, görenin topluca pikniğe gittiğimiz izlenimine kapılması an meselesi. Dışarıda gezinen insanların sırlı camdan içeriye bak(ama)maları cidden çok komiğime gidiyor o an. (Bknz: Komiğine gitmek) Çevreme bakıyorum, bu çabayı yalnızca benim komik ve abuk bulduğumu anlıyorum. Gaydirigubbak bir motora binip başka bir şehre gitmek kadar abuk bu. Arkamdaki kızın yıka ve çık tarzındaki kabarık saçları sırtıma değiyor, hayâsızca kaşındırıp huylandırıyor beni. Gıkımı çıkarmadan sırtımı kaşıyorum, ancak yine yeni ve yeniden saçları sırtımla bütünleşiyor, aynı Freddy’nin kâbusu gibi. Küçükken hep düşünmüşümdür oldu da bir gün Elm Sitrit’e düşsem ne yaparım diye...

Bir kedim bile yok

Resim
Anlıyor musunuz? İçim ağ(ı)rıyor. Ve bu öyle bir doluluk ki, başım yere bakıyor. Sürekli aynı yöne doğru giden ayaklarım , hep engelli koşuyor. İçim içime sığmıyor ve ben sığ geliyorum dünyama. - Yağmur öncesinde bastığım bulutlar, ayağımı kaydırdılar anne. Sadecemelike.

Random (boşluk)

Son Dinlediğim: Kate Walsh - Tonight Son Okuduğum: William Faulkner - Duman Son İzlediğim: Life of Ryan - MTV Reality World Son Yediğim: Çikolatalı dondurma Son İçtiğim: Su Gözlerini kapattığında görmediğini mi sanıyorsun? Kulaklarını tıkadığında sesler yok mu oluyor? Sustuğunda içinden de mi konuşmazsın? Boşluğu dolduran, yine kendisi değil midir? E boşluk bunun neresinde o zaman?

Random (i shut my eyes and all the world drops dead)

Resim
Son Dinlediğim: Vega / K9 Son Okuduğum: Sylvia Plath / Çılgın kızın aşk şarkısı Son İzlediğim: Leon (* 2) Son Yediğim: Zeytin Ezmesi Son İçtiğim: Su yumuyorum gözlerimi, yıkılıp ölüyor dünya; yeniden doğuyor açınca gözlerimi. kafamın içinde yarattım seni galiba. tanrı düşüyor gökten, sönüyor cehennem ateşleri. çekip gidiyor melekler de, şeytanın adamları da. yumuyorum gözlerimi, yıkılıp ölüyor dünya.

Bayan

Ölmek Bir sanattır, herşey gibi. Özellikle onu iyi yaparım. Bir ölürüm ki, cehennemden gelir gibi olurum. Bir ölürüm ki, adeta hakikaten olurum. Sanki gider gibi bir davete. Bunu yapmak çok kolay bir hücrede, Ölmek ve kımıldamamak. Ölüyü oynadığım tiyatroda sıranın gelmesi gibi. Güneşli bir günde geri gel. Aynı yere, aynı yüze. Ama bir bedeli var. Yara izlerime bakmanın, bir bedeli var. Kalbimi dinlemenin... Hakikaten çalışıyor. Bir bedeli var, çok büyük bir bedeli var. Bir sözün, veya bir dokunuşun. Ya da biraz kanımı akıtmanın. Bir tutam saçımın veya elbisemden bir parçanın. Sizin eserinizim ben, Paha biçilmez. Dönüyorum ve yanıyorum. Gösterdiğiniz alakaya aldırmadığımı sanmayın. ___

Silahsız ateş ediyor bana, ona her baktığımda

Hep o kalabalık yüzler. Aynı topuklar ve aynı duraklar. Son anda frene basmaya çalışan ayaklar hep yorgun. Oluruna bırakılmış hayatlar. Ümitler kırılgan. Tamamlanamamış yap-boz-un, büyük parçaları eksik. Maskelerin ardında acı birer hıçkırık. Yaşlar akarken dudaklarda hep o sessiz çığlık.

Ben dün doğdum

Ölmüşüm. Ağlayanlarımın yaşlarıyla yıkıyorlar beni, akıp gidiyor tenimin kiri. Ruhum ise rahatsız, leş gibi. Vücudum sonsuz bir karanlığa doğru yol alırken ruhum ateş gibi. Vücudum amansız bir hastalığa yakalanmışçasına solgun ve soluk. Ben dün doğdum. Bugün baktım ki ölmüşüm.

Sahici mi sahici aşklar külliyatı

"Gerçek bir aşka yakalanmanın isyanı: Aniden kaybedecek bir şeyimiz oldu. Yitirmeyecek denli yitirmişliği, yoklanmayacak denli hiçliği seçmenin gücünü elimizden alan bu aşkı diğerinin saldırısı gibi algılıyoruz." ___ Cem Mumcu

Hepimizin içinde bir ölü bir de deli var

Resim
"Bir tek şimdiyi istediğinde senin olacağım. Bir tek şimdiyi istediğinde hep senin olacağım. Şimdi aldığım nefesin son nefesim olabileceğini gördüğünde, son nefesime kadar seninle olacağım. Giderayak olduğumu, giderayak olduğunu, giderayak olduğumuzu görünce gitmez olacağım. Sen 'şimdi'ye ağlamadıkça gözyaşların hep geleceği sulayacak. Sen ölümsüz bir aşkı ararken asla ölümsüz olamayacak aşkımız." ___ Cem Mumcu. Çok ama çok sevdiğim adam.

Random (devam)

Resim
Son Dinlediğim: Coldplay/Trouble Son Okuduğum: Jack London/İntihar İzlemeyi bitirdiğim: Lost Son Yediğim: Patlıcan Kızartması Son İçtiğim: Kahve

Random (eksik)

Dinlediğim: Aslındabirkonuvar Okuduğum: Gecegezenkızlar İzlediğim: Lostsezon4bölüm11 Yediğim: Kiraz İçtiğim: Su

Random (yine)

Resim
insanın kafasının susmaması. Bir kısır döngü içinde sürekli varolan biçimsiz ve yersiz düşünceler. niye biçimsiz ve yersiz çünkü onu düşünmen, içten içe içini kemirmesi hiç bir işe yaramıyor. bu belki annemi üzüyor. onu üzmesi beni üzmesi demek ve bam. bugün de Amelie'yi izleyeceğim bilmem kaçıncı kere. insan filmlere boğulunca gerçeğin onlar gibi olmasını istiyor. eğer amelie yaşıyorsa ve nino'yu seviyorsa pekalâ. hayır yoksa, yine de mutlu sonlu biricik filmim o benim. karmakarışık.

Random (kara)

Eve gidesim yok, işten çıkasım yok. zaten 4 saat uyudum, çok uykum var. karasinek gördüğümde hep biri ölmüş ya da ölecekmiş hissine kapılırım. ve ondokuzkırk otobüsüne yetişmem gerek.

Random (otobüs)

Otobüs duraktan ayrıldıktan sonra yetişmek için koşan o insanlar var ya, onlara çok üzülüyorum. öyle bir durumda sessiz kalmak yerine "gelen vaaar" diye bağırıyorum içgüdüsel olarak. Çok fazla vicdanlıyım bu konuda çünkü aynı duruma ben de düşüyorum. Nefes nefese koştuğum e57'ler pır pır diye önümden geçerken, evden/işten daha önce çıksaydım "keşke"sinin içinde buluyorum kendimi . ve o sırada otobüse ferah ferah yerleşmiş oturan o yolcular, bana salak salak bakıyorlar. zavallı şöfer göremiyor bazen tabii, ona bir şey demiyorum. İnsanlar her şeyden soyutlamışlar kendilerini. Yazık.

Random (yani?)

Eski ve çok yeni şarkıları dinlemeyi seviyorum, bazen arası cidden beni bayıyor. Mesela bu aralar Elisa kadınına taktım kafayı. Yutuptan, ordan burdan canlı kayıtlarını izleyince de çenesine taktım. Telefonu kapatırken: "oldu o zaman, emesen'de devam ederiz' cümlesi. Küğ klavyede resmen iguana kadar yavaş yazıyorum. Benim aslanlar gibi f klavyem var.

Banyo

Bembeyaz bir banyoda içi su dolu küvetin başında oturmuş, elinde tuttuğu kitabın sayfalarını koparıyordu. Kopardıklarını ise küvetin içine atıyordu ağlayarak. Küvetin içi kitap sayfalarıyla dolmuştu, kitap ise kurumuştu sayfasızlıktan. Kız kitapsızlıktan sararmıştı, ama banyo hala beyazdı.

Buruşmuş

Resim
Kapıyı üst üste kilitledim gözyaşımdan buruşmuş yüzümle. Ayaklarımı sürte sürte yürüdüm her tahta köprüden geçerken. Hep kendime acıdım ve acı verdim. Şimdi karıncalanıyor her şey. Gazete kağıdının pisliğini yıkar gibi atıyorum tüm lekeleri üstümden. Benliğime yapışmış yalnızlık kalıntılarını uyuşturuyorum. Rengarenk çiçekler solmuş benimle, solmayan güneşin altında. Veda işte bu, sonu da olmaz başı da: solup gitmişim pek zamansız.

Dut

Ağzımda dut tadı… Neden dut? Dut yemiş bülbüle döndüm. Dönerek dut yedim. Kendi kendine dönene ne derler? Kendi etrafımda döndüm. Bana yıl gibi geldi. Kendi etrafında dönen dünya buna iki dakika dedi. Kime inanmalı? Niye inanmalı? İnat etmeli mi inanmamak için? Biri inandırmalı mı illa? Kendi kendine olmaz mı bu da?

Bulan-mak

Midem bulanıyor. Aklım bulanıyor. Gözlerim bulanıyor. İçimde hissediyorum, boşlukları dalgalandıran bulantıyı. Hafızam bulanıyor. Ellerim bulanıyor. Cam bulanıyor. Aynaya baktığımda, aynayı kendime doğrulttuğumda, kendimle göz göze gelmiyorum. Yatak bulanıyor. Nefesim bulanıyor. Tavan bulanıyor. Oturmuş tavana bakıyorum, aslında “yatmış”. Beyaz ve pürüzsüz. O da bulanıyor. Bulandıkça bulunuyor, bulundukça bulanıyor. Bulmaca… Kurmaca?Kurdukça kuduruyor, kudurdukça kuruyor. Bir kitap yazıyorum. Kitabın üzerine yazıyorum. Hazıra konuyorum. Kondukça kolluyor, kolladıkça kanıyor. Kanım akmıyor ama kanıyorum bulanarak.

Böyle

Sessizlik mi geceye çöktü, yoksa gece mi sessizliğe çöktü anlamadım. Ortak çalışıyorlar ve ortak yolla ruhumu yolsuzluğa itiyorlar. Ruhum felç geçiriyor, oynatamıyorum hiç bir eklemimi. Eklem yerlerim hata veriyor, mavi ekran sallıyor beyaz bayrak kıvamında. Sonra endikasyonları yazılmamış bir ilacı içiyorum, kendimi fare yerine koyarak. Ya da insansı yerine fareyi koyarak. Felçli midir farelerin ruhu? Cevabı bulamadım, evet. Fare kadar aklım yok.Sabitken, duruyorken, hareketsizken dans ediyorum. Sallantılar ard arda basıyor bedenimi. Aslında "dans" demek sallantımı yüceltti, büyüttü, ruhunu okşattı. Eğer sağlam bir ruhu varsa tabi. Ne diyordum, evet sallanıyorum durup dururken. Yok hayır, oturduğum yer yerinde duruyor. Sallanan ve duran şey yalnızca benim. Ve gözlerimi tek bir noktaya diktim. Saatlerce baktım, yaşlanmasını bekledim. Böyle...

Kalbime sözlük

Resim
Duraksız, uzun yollar gibi o yüklemi gelmeyen lanet cümleler. İşlevi belli olmayan özneler afallamış. Havasızlıktan rengi siyaha dönen bitkiler, kanserli beyinlerimizden ufak birer kesit gibi. Elbette bir sonu vardı, bunu hep biliyorduk. Ama hiç son gelmesin istiyorduk. Dar pencerelerimizden bakarken hayata kirli gözlerle, bir yağmur yağsa temizleniriz diyorduk. * Gökyüzüne gözlük, kalbime sözlük tuttum.

Pembe Kalan

Gece güneşin sesine uyanırken kasıtlı bir pembe yalan dolanır dillerimize. Gözlerinin mayhoşluğu içime dolar, ulaşır en diplerime, yakar. Dile getirilmemiş kelimeler kadar korkak şimdi martılar. Denizin dalgasına kapılıp gitmişçesine uzaklara dalar gözlerin. Ben ise alabora. Unutulmuş tarihlerde gizli adın ve ben sadece bir kadın. Bu benim küçük dünyam, şimdi, yaklaş bana adam.