Kayıtlar

2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
Now your head, excuse me, is empty. I have the ticket for that. Come here, sweetie, out of the closet. Well, what do you think of that? Naked as paper to start.

Tekrar

- Merhaba kızım, oturabilir miyim? - Tabii! Yolculuk moduna bürünmüş duruşum ve kulaklarım birden bire hazırol konumuna geçti. Gözlerimi ara ara kaydırdığım, beyaz bulutlarla kaplı gökyüzünün bir kısmı 80'lı yaşlarının baharındaki adamın yüzüne de bulaşmış olmalıydı. Otobüste karşı cinsin yanına oturmak için izin isteyen eski bir insan vardı yanımda.
Rengarenk betonlarla kapladığımız dünyanın artık bakkal defterinden hiçbir farkı yok. Yokuşlar, tepeler. Her taraf bir zıtlık içerisinde. Bu zıtlıktan sıyrılıp olağan bir rotada ilerlemek zor.
Onlarca kuş uçup gidiyor buradan Biz ise sırtımızda tonlarca yükle fazladan iki adım atamıyoruz.

Meğersem Maya takvimi ne menem bir şeymiş

2012 boş kafayla izleyince dolu bir film gibi geliyor. Efektler, yer yarılsa da içine girsem dediğim anlardan gerçekten soğuttu beni. Hayır, hayır yerin içine girmeyeyim mümkünse. Ama bu tür bir vakada Türkiye'nin T'sinin bile anılmayacağını öğrenmiş oldum siyahi Amerikan başkanının fedai, gururlu, ülkesine ve insanına aşık, dindar, aile sevgisiyle dolu karakter özellikleriyle bezenmiş olduğu 2012 filminde. Ya o tip insanlar bildiğin adamın üstüne basar o dandik gemiye binmek için. Neyse canım.
- Sevgi nedir? + Sevgi içimizde... - Hmm... 8 bin km yol geldim lan ben içimde mi geldim bunu? Hayırdır havalimanında x-rayde de çıkmadı. Mutluluk nedir? + Mutluluk içimizde... - Dünya barışı? - Hepsi içimizde... + Baba 400 doları verdik, kdvsi? - İçinde içinde...
Çünkü insanlar yıllar boyunca hiç soru sormadan durur.
Resim
Sonunda saçlarımı da aklımın hizasına getirtebildim. Nasıl bir üşengeçliktir bu; sizin orada nasıl diyorlar, İĞRENÇ . Dün Efes Pilsen Blues Festival'e teşrif etmiş bulundum. Dinleyici kitlesi ve Terry & Band beni gülme krizine soktu. Sahne performansı olsun, kendi çapımızda yaptığımız komiklik ve şakalar olsun Lütfü Kırdar çıkışında yaşadığım 'ıslanma'ya değdi. Bildiğin ıslanmak yani, hem de şemsiye ile. En nefret ettiğim türden.
You used to be alright, What happened? Did the cat get your tongue? Did your string come undone?

A part of "A birthday Present"

I know why you will not give it to me, You are terrified. ... I will only take it and go aside quietly. You will not even hear me opening it, no paper crackle, No falling ribbons, no scream at the end. I do not think you credit me with this discretion. ... If you only knew how the veils were killing my days. To you they are only transparencies, clear air. But my god, the clouds are like cotton. Armies of them. They are carbon monoxide. Sweetly, sweetly I breathe in, Filling my veins with invisibles, with the million. ... There is one thing I want today, and only you can give it to me...

Buko

KEDİLER ÜZERİNE: Kedilerin arasında olmak çok iyidir. Kendini kötü hissediyorsan kedilere bakar ve kendini çok daha iyi hissedersin, çünkü onlar her şeyin olması gerektiği gibi olduğunu bilirler; öyle fazla heyecanlanmak ya da üzülmek için bir neden yok. Onlar bunu bilirler. Kurtarıcıdır kediler. Ne kadar çok kedin varsa o kadar uzun yaşarsın. Yüz kedin varsa on kedin olduğunda yaşayacağının on katı daha uzun yaşarsın. Bu gerçek bir gün keşfedilecek ve herkesin binlerce kedisi olacak ve kimse ölmeyecek. Gerçekten çok saçma.

I'm OK

Amaaaaan. La laaaa laaa!
Koyu bir kaplama var etrafımda, ellerime ve yüzüme bulaşmış. Kime dokunmaya çalışsam, kararıyor. Neye dokunsam, yok.
I talk to God but the sky is empty.
Çizdiğim en düz çizgi Ölüm tepemde Bir cesaret bu Emsali yok ve anlamsız Dümdüz bir yokluk Yumuşak bir ağırlıkla Emerken beni içine Tek yaptığım İzin vermek. Çok kolay.

Duman

İstanbul'un elektrik direkleri güvercinler için yapılmış sanki. En sevdikleri şey elektrik tellerine kurulup dedikodu eşliğinde sulu kaka yapmak. Kumrular öyle mi? Onlar cooldurlar ve genelde iki kişi takılırlar. Kahverengi tonlarındaki kıyafetleriyle klaslıkta da sınır tanımazlar. Ama ses tonları konusunda aynı pohpohlamayla devam edemeyeceğim sözlerime. Gugulu da gugulu... Gözlerindeki manasızlık da cabası.
Merhaba, 5 bin yıldır blog yazmıyormuş gibiyim. Salaklaşmış halde, kumanda paneli böyle mi açılıyordu yaa, derken buldum kendimi. O sırada bir şeyler yazmaya karar verdim. İğrenç bir ruh halinde hem de bir bayram gününde -bitmeyen ancak bitirmeye umutlu- iş üzerindeyim. Hem daha diyomki okuycam. Yapıcam bunu. eeeeeeeeeeeeeeeee. IFSAK üyeliğim de oldu halihazırda, hayat güzel olmalı aslında. Uyaklı konuşmak şizofreni belirtisidir. HAYIR, OLASILIKSIZ! Geçen günlerden birinde sayfa hazırlanıyor. Dedim ki, şu fotoğrafı büyük kullanalım lütfen. Ama gerçekten çok beğendim. Aşağıda da sitesini paylaşmışım zaten. Benim öyle pek facebook paylaşımlarım olmadığından burada yapıyorum her ne yapıcaksam. Pek de bi şey yapmıyormuşum, şimdi bakınca öyle göründü. İnanılmaz boş konuşuyorum. Bay.
http://maurasullivan.com/

Konyaaltı

Resim
Düşündüm durdum. Elimdeki fotoğrafı evirip çeviriyordum. İstemeyerek, bilmeyerek, kendimden habersiz fotoğrafı ikiye, dörde, sekize, on altıya bölüp atmışım.
Resim
Böyle, ilginç bir his. Çok tuhaf. Okurken altını çizmek, kaybetmemek, sonsuza kadar ezberde tutmak istediğin kelimeler onlar. Ben yazsam, konuşsam, onları daha daha düşünsem sanki eriyecekler gibi. Bahsederken bile, kendi başına doğrulamayan ruhun bastonunu yere düşürüyor. Dayanağı kalmıyor hiç. Bir gereksiz çekim içinde ayak hizasında bakıyor gözlerin. Ellerin yerle bir. O kelimeler ki, öylesine boşlar ve öylesine serin.

Kia ora

Önce: Kia ora Sayın Bayan! Now you know how to greet people in Mäori ! Sonra: "Savaşa giderken tenlerini beyaza boyamaları ve de çok aç kaldıklarında insan eti yemeleri onları barbar bir kavim olarak gösterse de (!) şartlar zorlamadıkça vahşi değildirler. Yarı çıplak yaşarlar. Soyu tükenmekte olan kavimlerdendir. Şu an yaşayan Maoriler savaşçı Maorilerdir. Maoriler Yüce tanrılarına Lo derler. Maorilerde ibadet, rahiplerin onlara öğrettiği ilahi tarzındaki özel dualardan ibarettir. Maoriler günümüzde Avustralya ve Yeni Zelanda'da yaşamaktadırlar.Yeni Zelanda nüfusunun %10-11'ini oluşturan Maoriler'in dünyadaki toplam sayıları 370.000 kadardır." Bugün ne öğrendik?
Az önce çamaşırsuyu kokusunu ciğerlerime çekerken sevmediğim kokulara bu platformda (?) örnek vermem gerektiğini düşündüm. Ayrıca zaman zaman odamızın açık camından, hafif bir rüzgarla içeri sızan lağım kokusundan da bahsetmeme gerek yok sanırım. Çöplükte çalışıyor olabilir miyim? Yok o kadar değil de, koku cenneti diyebiliriz. Cennet. Ne alaka oldu şimdi? Bu, zaman zaman kendimle çeliştiğim, nefret ettiğim, ancak oldu ya, bir kere başladığım yazımda kafayı yemek üzere olduğum Beyonce şarkısından da bahsetmek istiyorum. Çok seviyorum, falan. Böyle. Görülen üzere kafam oldukça dağınık. Bir de ben İngilizce'de nişanlı anlamına gelen fiance'yi beyonce sanıyormuşum eskilerde bir zaman. Nedense bana komik geldi.
"Her çeşit büyük numara bayan ayakkabısı itina ile yapılır (39 - 44)" Afişin sahibi Taksim / Tarlabaşı'nda bir ayakkabıcı! Çevreye uyum sağlamış zavallım. Az önce "travesti" kelimesini hayatımda ilk defa googleladım: travesti için yaklaşık 16.500.000 sonuç. Iyyy. Ve artık o sonuçlardan biri de benim. Iyy. Edit: imla. haha
"Seni bu dünyada en çok kim sever? ben tabii ki" şeklinde devam eden şarkısıyla gönüllere taht kurmuş Ümit Sayın adlı şarkıcı, bulmacalarda sayın soyadıyla şaşırtmaca yapmaktan başka neye yaradı şu dünyada, sorarım sana. twiiiit mode on.
İkameti Cockaigne, The Bell Jar olan blogcular.
Burnum karabiber bağımlısı ve ben rüzgarların yönündeyim. Kapkaççılar için tedbirim tam. Taşlarla bir kalp yarattım. Ve bir gün taşıyamayacağım onu. Sana vereceğim. . .

A bird's song

Resim
.
Yolculuk bir çift ayaktan ibaretken nasıl uzağa gidebiliriz ki kendimizden?
Kalbimin ritmini duyuyorum; yerini beğenmez bir tavırla beni, bir ileri bir geri savuruyor.

Ortada kuyu var

Yaprak kımıldatan bir esintiye ruhumu bağışlayabileceğim akşamda önümde oturan yolcunun kafası tüm dikkat çekiciliği ile karşımda parlıyordu. "O" biçiminde, köklerini bile geride bırakmadan çekip giden saç tellerinin yokluk yerleri terliyordu. Kalan "U"nun sınır uçlarında biriken diğer asabi yarım küre, az da olsa fire verse dahi koyulu açıklı varlığını ilan etmişti. Ters ışıkta sağlı sollu yerini bulan kırmızımsı kıkırdaklar adamın yaşam kaynağı gibiydi. Sanki nefes alışlarında ağzı yorulunca onlardan yararlanıyor, onları devreye sokup konuşuyordu. Bu yüzden, kafa etrafındaki bu kendini sakal zanneden karartı vazgeçmemişti pek önemli yerinden. Belki de en tepedekilerin yükseklik korkusu vardı, çeşitli doktorlarca muayene edilseler de bir türlü başa çıkamamışlardı hisleriyle ve intihar etmişlerdi. Şimdi boncuk boncuk ıslaklığı üzerinden kaydıran bronzlaşmış deri bir zamanlar gür saçlar tarafından okşanmıştı. Ama sonunda “Ben de buradayım” demiş ve gökyüzüne olağanca
- Heey! Kimsin sen, söyle! + Senin gibi bir hayvan. Bana insan gözü gösterdiğin için yüreğini kurtlar kemirsin. - Adın ne? Kendin insan olduğun halde gene insanlardan nefret mi ediyorsun? + Ben adamcılım. İnsan oğlundan nefret ediyorum. Senin iyiliğin için söylüyorum, keşke köpek olsaydın; seni biraz olsun severdim.

Sağ Anahtarı

Kapı çaldığında aklıma ilk gelen “o” olmuştu. Ama niye gelsindi ki? Karşımdaydı... Suçluluğunu kabullenmiş, yere bakıyordu. Onu orada öylece bırakarak, içeri girdim. Üç adım attıktan sonra arkamda kapı kapanmıştı. Tek söz etmeden beni takip ediyordu. Masanın başındaki sandalyeye oturdu. Günlerdir uyumadığından bahsediyordu sözlerini kanıtlayan kanlı gözleriyle. Af dilerken dili sürçüyordu. O konuştukça benim midem bulanıyordu. Ve tekrar, tekrar… O andan itibaren kaseti tersten dinlermişçesine dinledim onu. Siyah buruşuk gömleğini sıyırıp kol saatine baktı. Bir adım geriye gittim. Eğildim. Altında kahverengi pantolonu vardı. Siyah ve kahverenginin uyumsuzluğundan bahsederdi hep. Evden aceleyle çıktığı belliydi. Yine saate baktı. Gömleğinin yakasını düzeltti, -geriye kalan her şey düzgünmüş gibi- kısa, bencil bir ah çekti. Masada duran gazetelerin üzerine bir şeyler çizmeye başladı. Sol eliyle çiziyordu. Hafızamı yokladım. Sağ eli ile yazıyor olması gerekiyordu, en azından öyle hat

Çukur

Tek yönlü sokağımızın tam girişindeydi. Onlarca arabayı gazi bırakmıştı, sonunda üzerini örtmeye karar verdiler. İçini doldurmamışlardı, üstünü örtmüşlerdi çukurun. Her geçen gün yeni bir örtü gerekiyordu, her yeni gelen kırılıyordu çünkü. İçini doldurmaya çalışmıyorlardı, sadece örtüyorlardı. Geçici bir süre dayansın, yeterdi. İşe gidip gelirken, yani sabah akşam başında durup bir şeyler tartışan o pala bıyıklı, göbekli adamları görüyordum. Her gün yeni -çözümü kuvvetle sağlayamayacak- çözümler üretiyorlardı. Yine bir sabah evden çıktığımda onları gördüm. Sokağın başına “Büyük Araçlar Giremez!” yasaklı tabelayı asıyorlardı. Zaten büyük araçlar geçemezdi ki sokaktan! Sokağın kurallarına göre artık oradan -zaten geçemeyen- büyük araçlar geçmeyecekti anlaşılan.
Temmuz'da nezle olmak, üç bataniyeyle örtünülen bir gecenin sabahında otobüse binip işe giderken Havuç'u görmek. Sonra bunu blog'a postlamak, ayrı.

Sen de yaz yaz yaz bir kenara yaz

Okulun kapanmasından açılmasına kadar olan bir süreci kapsayan tatil kavramı benim için şeklini değiştireli iki yıl oluyor. Eskiden, takriben üç ay boyunca yazlık evde kalınır, İstanbul özlenirdi. Geçen hafta kullandığım izin süresince "7 gün kaldı, 5 gün kaldı, yarın gidiyoruz 9'a kadar denizdeyim bugün" deyişlerim ve dönüşte işleri nasıl halledeceğimin endişesiyle bolca geri sayım yaptım. Övündüğüm 'gerçek ten rengi'min yerine yeni arap bacı imajım pek hoş olmadı. "20 bacağıma, 30 göbeğime" modunda şemsiye altı ve deniz arasında mekik dokumam, güneş ile aramda oluşan keskin bağa gölge düşürmeyi başaramadı ne yazık ki. 5 metre uzaktan "tatilden yeni döndüm ki ben" sinyali yayıyorum. Ayağımda deniz kestanesi dikeni ve hayvani bir kaya yarığıyla ayakkabılar içinde hafifçe topallarken tenimin yanığı ile dikkatleri iyice üzerime çekiyorum! Şaka be şaka o kadar kararmadım. Pembe telefonum kırıldı, çift sim kartlı telefon modasına uymak üzereyim. Ba
Resim
Bugün bana "iyi ki doğdun" diyenlere, "sen de iyi ki doğdun" diye cevap verdim.

İnsan insanı yer mi?

Sonu uzaya, uzaylılara bağlanan filmler... benden uzak durun lütfen! Zombili ve bulaşıcı hastalıklı filmleri ne kadar çok seviyorsam onları da o kadar çok sevmiyorum. Mesela 28 ve Resident Evil serileri bende resmen bir "Sihirli Annem" etkisi yaratıyor, birbirlerini ölesiye yemek isteyen insanları izlemek bana huzur veriyor. Dünyalı düşüncelerden uzaklaşmak için ideal! Peki ya izleyip izleyip "sonunda kesin bomba patlicak" dediğin filmler... Knowing? Ne oldu, çocuklar sapsarı bitkilerin olduğu bir gezegene taşındı. Çok mu düşünmüş acaba senaristler? Bence sonu bir yere bağlanmasa bile daha iyi olabilirdi. Ya bilmiyorum, neyse. Bu da böyle bir anımdır.

Geçmiş vs. gelecek

Maykıl Ceksın'ın ölümüyle sorguladığım birkaç şey oldu. Adam dünyaca ünlü bir ikon. Ve kendimi bildim bileli bildiğim biri. Gelecekte torunlar torbalar sormazlar mı bana Maykıl Ceksın'ı nasıl bilirdiniz diye? Sorarlar. İyi bilirdik derim ve ben Mistır Ceksın gibi bir ilaha dönüşürüm bir büyükanne kıvamı olarak. Marilyn Monroe yaşarken, filmleri sansasyon yaratırken ananem varmış mesela. Ama Türkiye'deki TV kıtlığı onun Marilyn'i iyice tanımasını engellemiş. Sinemada da hep o dandirik Türk filmlerini izlemişler. Üf anane ya, hiç kuul değilmişsin! Geleceğin ananesi olarak ben; Maykıl Ceksın'ı, Johnny Cash'i, hatta Biritni Sipiiirs'ı bilmiş biriyim. Oley.
Sigara içmek hayata mola vermek gibi. Her anlamda. Bu yüzden bazen özeniyorum.

Halo

Resim
Önce: Sonra: Diyebilir miyiz? Bence hayır. Vatevır. Teykın bay mi of kors. Fevkalade saçmalayasım var.

Şunu öldür, kendini güldür biraz

Hissizlik, bir çığ gibi büyüyor ona baktıkça. Yeni insanlar, yeni yüzler: içleri boş, kurumuş kabuklar. Ve halsizlik, düşündükçe içine çeker. Şimdiki zaman uçuyor havada. Musluk bozuk, akışı engelleyemiyor kovalar. Bir de aynalar var, ne kadar giyinik o kadar çıplak.

Eti Sultani

Ellerini gökyüzüne doğrultmuş ağaçlar, bulutlara dokunmak istiyorlar. Gördün mü? Neredeyse parmak uçlarında duruyorlar sarılmak umuduyla. Nafile. Gökyüzü bir nebze eğilmiyor yahu! Zaten randevuya da çok geç kaldı. Sevmeyelim artık onu, ya ama baksana, hala bekliyorlar. Yazık. 60 mumluk ampul ve 100 beygirlik bir arabanın kendilerine has ölçü birimleri olmadığı gibi portakal rengi ve patlıcan moru da yaratılışlarından itibaren muhtaçlığı enselerinde hissetmiş varlık/nesne (?) lardır/lerdir. Portakalın rengi üzerine yazılan bir hikayenin yolu hep portakala çıkacak ve rengi hep arada kaynayacaktır.

Mutluluk,

Bağırsaktaki altındır ve onu öğütmek istemezsin. Ondan kurtulmak da...
Oda sıcaklığında erimiş, mayışmış bir ruh. Daha ne kadar geri geri itekleyebilirsin kendini? Uykunun içine akıyorsun. Gözünü bile açamıyorsun. Uyuşukluğun içindesin, rotan belli değil. Ama güzel. Bir o yana bir bu yana kayıyorsun. Sivri kenarlı hiçbir şey yok, tenine uygun. Canını yakan insanlar sadece. Bakıyorsun ki, onlar da uyu(şu)yor. Zaten suçsuzlar. Melekler gibi. Bak, hep istediğin oluyor, herkes sustu. Ancak içinde yine bir şey, alevle yaşıyor. Şaşırmadılar!

Pati pati

Resim
Düşünceleri başka boyuttaki bir dünyanın ozon tabakasını deliyor muydu? O zaman düşünmemesi en mantıklısı olacaktı! Esneyelim kimseye bakmadan, empati yapmadan.

Bir nefes iki nefes

Resim
Bir şeyler yazayım da konusu ne olsun diye düşünürken damdan düşer gibi karşıma çıkan laflarına laflar hazırlarken buldum kendimi. İnsanlar gerizekalı olabilirler. Zeki nüfus kadar onların varlığı da olağan karşılanmalı. Ancak bir gerizekalı aklı başında gibi davranmak niyetindeyse karşısındaki insana dünyanın tüm sabrını dilenebilirim. Bana da biri bu sabrı bulup getirirse sevinirim, havalara uçarım.

Açık kalp ameliyatı

... Herkes birbirine fazla narkoz versin lütfen Rica ederim zorluk çıkarmayın baltaya Korkuluklara saygılı olun mesela, Tırmanmayın direklere Neye yarar bu; Neye yarar ısıtmak dün ölen bir kadavrayı Mor bir aşk uğruna Açık bırakıp bu kalbi ameliyat masasında Resim yapmalı, deli gibi resim yapmalı Kayıp bir turuncu kokusu var havada - Altay Öktem Nedense, zamanında kitaplarını delice arayıp bulamadım. Geçenlerde ideefixe'ten yaptığım hayvansı siparişimde yine gözden kaçırdığımı büyük üzüntü dalgası eşliğinde farkettim. Enkoyu 'daki yazılarıyla yetinmek zorunda olduğum biri, şimdilik. Dersiniz ki, niye karakalem alıp okumuyorsun? Bilmiyorum, alışamadım derim ben de.

Spamistan

Aaa çok ilginç. "Turkcall." diye bir yerden sms geldi, tebrik ediyorlar beni 800 TL indirimli check up + (aynen böyle, artı) danışmanlık hizmeti kazanmışım. Ama nereden olduğu belli değil bu hizmetlerin. Ayrıca bilgilerimi güncellemek için bilmemkaç no'lu telefonu aramalıymışım. Hey, nereden buldunuz telefon numaramı! Bulgaristan'dan gelen cevapsız çağrılar yetmiyor bir de siz sms atın canım. Hakkatten atın.

Hayvanlar alemi

Resim
İstanbul çok vahşi bir yer. Her geçen gün trafik kazasına kurban gitmiş hayvanların cesetleri, asfaltların ayrılmaz bir parçası oluyor. Güvercinin güvercin olduğunu idrak edebilmem bir kırmızı ışık yılı sürdü mesela. Cesetlere saygı yok, ki zaten o zavallılara yaşarken de bir 'canlı' gibi davranılmıyor. Sanki hepsi birer eşya. Bugün oturduğumuz kafenin kedisi pek bir güzel güneşleniyordu, ben de izlemeye doyamıyordum ki illa o noktadan geçmek isteyen bir yaratık ayağıyla hayvancağızı diğer tarafa itekledi. O ayağı alıp ne yapmalı? Yakında insan olarak doğan ama hanzo olarak yaşayanlar ile asfaltta karşılaşırsam kemiklerini kırıp aynen yoluma devam etmeyi düşünüyorum. Aaa ehliyetim ve arabam yoktu ki benim. Neyse, belki bir gün olur. © Orhan Aytür Balıklarla çok yüz göz oldum bu ara. Her seferinde fotoğraflara baktığımda gülesim geliyor. Sanki böyle "Ne işim var burada?" bakışı var hep yüzlerinde. Mutsuzlar, yanlış yer yanlış zaman insanları gibi. Ağızlar falan zaten b

Bulgur

...Otobüs, şoförün muavinle girdiği diyaloglardan anlaşıldığı üzere ana durağa geç kalmıştı. Bir buçuk saattir iki katlı otobüs zannedilen bir sıkımlık araçta bulunan güya 'oturan yolcu sayısı 33, ayakta yolcu sayısı 66' kişilerin oturanlarının popolarına tavayla vurulmuş etkisi, ayaktakilerin de ayaklarına karasu hakimdi. Sarsıntılardan olsa gerek, birkaç tartışma vuku bulmuş, ara bulucu yurdum insanı sayesinde kıssadan hisse dindirilmişti. Hızlı ve hiç de emin olmayan adımlarla ilerleyen otobüs şoförü hıncını yan şeritte seyir eden taksiciden almak niyetiyle direksiyonu aniden sağa kırdı ve aniden yine sol. Filmlerdeki aksiyon sahnelerini aratmayan bu zihniyetsiz olayı yaratan şoför arkada yüzlerce yolcu taşıyor olduğunu unutmuş olmalı ki ilk defa ağızdan dökülen ilginç küfür tanelerini egzozlu havaya tükürdü. İlkliğe tanıklık ettiğini düşündüğünde sevinen ve bir yandan evine sağ salim ulaşmaya çalışan yolcu, yanında sağ bacağının üzerine bıraktığı anlamsız ağırlığını perçin

Yok devenin bale pabucu

Resim
Hayatımızın en komik anları doğum ve ölüm anlarımıza denk geliyor bence. İkisinde de tam olarak ne hissedildiğini (en azından sadece yaşayan bir varlık olarak) bilemiyoruz. Yoksa ben İndigo çocuk muydum ya? Neyse, bay.

Kendimi kendimden çıkarsam sıfır kalmaz

Aynı diş fırçası ve aynı mekanik hareketler. Aklını ise bilemiyoruz ama onda da bir farklılık belirtisi yok ki aynadan her zamanki ifade yansıyor. “Yokluğunu bilerek ve hissederek varlığını umdu. İyi yolculuklar dileyip arkasında bıraktığı anılar artık bir film şeridi bile değildi. Du’lu ve Di’li geçmiş zamanlarından medet umarken, tekrar, geleceğinin ne kadar planlı olduğunu fark etti. Bir olasılıktan söz etmek imkansız olsa da, gerçekler, gözle görülemeyenlerle bir değildi. Durulmuşken süt liman, yine, yeni baştan kendini Elm Street’te hissetmeye başladı. Köprünün en yüksek tepesinin müdavimi o. Genelde yere bakan kısımda tepinir kendi kendine. Her şeyi umursarcasına kopar her şeyden. Şey’in her ya da bir ile kullanıldığında tamamen anlam değiştirdiğini düşünür. Kendine gelmesinin yoksa gidecek kimsesinin olmadığını bilir. Yine de yapar yapacağını. Sonlarında hep kendine gitse de, önce hep başka başka kapılar aralanır, yüzü başka ışıklarla aydınlanır. SON diyemeden bitirdiği hika

Para üstü almayan var mı?

Bazen esnerken çıkan "gark" sesi var ya, o bunu hiç takmıyor, esnemeye devam ediyor. Esneyen birini gördüğümde bir Kemal Sunal filmi gelir aklıma. Trende Şaban'ı uyutup paralarını çalıyorlar filmde. Bir şeye güldüm mü, o bana yıllarca gülünesi gelir. Sahnenin düşüncesi bile komik geliyor ve gülüyorum şu anda. İett otobüsleri ekranlı akbil basım kutularının üzerinde sıralanan dört fotoğrafa önlerde oturduğum zaman dalıp gidiyorum. Kızkulesi, Ortaköy Camii, Köprü (!) ve şehiriçi hatta yolculuk eden vapurların kıçtan görüntüsü. İstanbul bu, değil mi? Ve o fotoğraflar o kadar güzel (!) olmak zorunda mı? Sonra neden insanlığı sevmiyorsun oluyor. Parantez içi ünlemlerim ne kadar da kuulsunuz. Çok güldüm: http://www.otobustegordum.com

Ay çok pis!

Küçükken herkesi kendim gibi zanneder, düşündüklerimi düşündüklerini, sandıklarımı sandıklarını sanırdım. Sonuçta hepimiz insanoğlundan var olmuştuk ve birkaç çeşitten fazlası değildik. Aynı şeyleri düşünemiyor olsak bile belki bir kaçımız düşünce okuyabiliyorduk. Annemin bu müthiş güce sahip olması üzerine türlü olasılıklar sıralardım. Sonra böyle müthiş bir güce sahip olan annemle gurur duyarken, çok ama çok utanırdım bu yeteneğin beni nasıl yalancı konumuna düşüreceğinden! Annemle kalmayan, tüm insanlığın düşünce okuyabildiği paranoyası olarak level atlayarak hayatımın bugününe parmak basan hadise, acaba’ları en yakın arkadaşım yaptı. Freddy’nin kabusundan bile daha kabus bir düşünce varsayımı bu. Sadece basit insanlar olduğumuzu kabullenemiyor, illa ki Çernobil’den yana oluyorum. Neden, neden? Geçenlerde annem: “Neden bu kadar neden’i sorguluyorsun?” diye sordu. Ben de: “Yaa. Gerçekten öyle mi yapıyorum? Neden ki acaba?” dedim. Ups!

Son'dan bir önceki ra'dan u dönüşü yasaktır

Bitiremiyordu, sonu gelmiyordu. İsimsiz ve kaybolmuş bir çocuk bakınıyordu etrafına, onu çağıranı göremiyordu. Belki de bir sonu yoktu. Ziyadesiyle her hikâyenin yeterli bir sonunun olmadığını öğrenecekti sonra sonra. Son-Ra. Popüler Tanrı. (Son Ra = IV. Ra) Bulmacalarda yer alan şarkıcı kellelerinin yanında boşluk doldurmalık, iki kutucukluk, Mısır mitolojisinde güneş tanrısı: Ra. Her şeyin sonlanmayacağı düşüncesi, isimsizliğini de avutur muydu? İyi geçinirler miydi? Bitimsiz bir uyaklar dizini gibiydi uyumak. Gece olurdu senin yarım kürende. Gün biterdi, yorulurdun. AbAb derken, bir bakardık ki uyurdun.

Her zaman kaybetmeye hazırlık

Televizyonun önünde uyuyakalışları tesadüfler dizisinden çok alışkanlık olmuştu artık. Hep oturduğu koltuk çökmüştü onu içine almak istercesine. Bacakları ağarırdı bu süregelişlerden, bir tabure çekerdi altlarına. Sonra ayaklarını iki yana ayırır, ekrana yer bırakırdı. Sonra bakardı oradaki dünyayı görmemek için. Pili bitmeye yüz tutmuş kumandası olanlardan habersiz, hayatın ritmine zıt, olanca ağırlığıyla kanaldan kanala taşırken onu; “Başka kanalda ne var acaba?”lar aklını yerdi hiçbirini hiçbir şekilde beğenmese de. Sıvı bir sabun gibi ellerinden akıp izini bırakan program yığınları, gözüne değince yaşartırdı. Ve yine uykusu gelmişti. Işığı ve televizyonu açık bulduğu bir sabaha daha uzanıyordu.

Düşüncelerimi onaramam

Resim
Otoyol, pislikten tıkanmış bir lavaboyu anımsatıyor. Bir mermerdeki anlamsız lekeleri tanıdık nesnelere benzetiriz ya bazen, sonra gözümüzü kaçırınca bütün manzara bir anda silinir... O da benzer bir durumun içinde buluyor kendini. Tekrar baktığında uyumsuz araçlardan dizilmiş, boncuklarının renkleri tutmayan kadifemsi bir tesbih görüyor. Dünkü bereketli yağmurun kalıntılarını asfaltta dalgalandırmaya cesaret edemeyen araçlar, şive farkından dolayı söylenen kelimeyi utana sıkıla algılamaya çalışan yerli bir turistin yüz ifadesini takınıyor.

Ne biliyoruz ki?

3-2-1 Motor! Sahne 1 : İngaaa ... Merhaba. Ben, etrafımda kayıt cihazı yokken aklına türlü, kendince şahane fikirler getiren, sonra “Unutmicam unutmicam unutmi… " derken, “Yahu cümlenin başı neydi ki?” diye hayıflanan hafıza kaçkını biriyim. Böyle olmak kimine göre seçilmişliğin bahşettiği Pikachu’luk olsa da, bana göre bir haksızlıktan öteye gidemiyor. Kendime acımıyorum, en azından bu konuda, sadece diğer türlü normallik düzeylerinde hayatım nasıl seyir ederdi diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

Karamela sepeti

Resim
Hem ateşim hem de işim var. Kolum, bacağım sanki tamamen benden bağımsız, eklem yerlerim hasarlı. Yazasım varken, ne yazayım diye düşünüyorum, mesela hangi kelimelerle? Bir sürü eş sesli var, eş anlamlı var, uyak var… hangisini seçsem de yazsam, o piti piti. Hep aynı kalıbı mı kullansam? “Beyazın detaylarda gizlenmiş soyut hallerini Demirel’in gözünden görebileceğimiz sergi, 2 Mayıs 2009 tarihine kadar açık kalacak.” Bla bla bla. Nasılsa ya, diyorum, sadece ben okuyorum. Canlı bombasın, yanlış bir şey yapsam patlarız hepimiz. Filmin sonuna kadar kanlı canlı izlediğimiz ana karakter, baştan beri bir ölü imiş! 93 dakikanın sonunda anlıyoruz bunu. Sonra film çok boş geliyor... ya da ana karakterin rüyasıymış hepsi. Yine, eyvah boşa geçti zaman! Aslında biz hep sıkıntıdan patlıyoruz. Bi de: Redd > Her neyse

Damağında "Sevgili Günlük" tadı

Sabah otobüse yetişmemi sağlaması için Allah ile hararetli bir muhabbete girmişken bir yandan hızlıca hazırlanıyor ve işimi “şansa” bırakmamaya çalışıyordum. Derken asansöre bindim ve “Acaba burada da çekiyor mudur?” diye düşündüm. Türkiye’nin yüzde 93.3’lük bölümünde çektiğini iddia eden Avea ile karşılaştırıldığında bu çekim gücü tahmin edilemez olmalıydı. Neyse, apartmandan çıkınca biraz koştum ve yetiştim 71t’ye. Her iki haftada bir aynı şoföre denk geliyorum. Neşeli bir insan kendisi. “Günaydın” diyorum, o da bana “Oo günaydın hanım abla” diyor. Dont worry, be happy.

Kavrulmamış anlamlar

Tohumu ekilmiş, sulanmamış çiçek. Kim derdi ki büyüyecek? Daha dün oynuyordu parkta. Sımsıkı atkısı boynunda. Güneş tepesinde. Anlamı kavrayamamış çocuk. Gözleri boncuk boncuk. Anlatmaya da kıyamazsın. “Üzülmesin, yazık”. Gibi bir hikayesi vardı kızın. Dört Mart İki Bin Sekiz Dolan gözlerimdeki boş bakışlar. Düzen yitirilmiş, başlamış itiş kakışlar. Uykum yok, ancak uyuyasım var sonsuza dek. Öbür dünyaya başlamış, e-bilet online satışlar. İki Ağustos İki Bin Sekiz

Dibi gelmek

Resim
Algımın yüksek oranda “işitsel” olduğu ileri sürüldü. - Mesela sabah alarm çalınca hemen kapatmak ister misin? - Ee evet! - İşitselsin sen. Zihinsel engelli de olabilirim bence, random çağrışım. Geçmişte yaşadığın ve gelecekte yapmayı planladığın şeyleri düşünürken hangi yönlere bakıp, ne tarz hareketlerde bulunduğun algı anlayışını ele veriyormuş. Doğrudur kesin. Ama görsel ve kokusal (!) hafızam da iyi galiba. Kuaföre gittiğimde “saçını sakın boyama” uyarısı alıyorum. Zaten boyama isteğim yokken, tekrar dile getirildiğinde, hani kötü şeyler insana daha çekici gelir ve ayrıca kaçan kovalanır ya, acaba kızıl bana yakışır mı moduna bürünüyorum. Sonra diyorum ki hayır olmaz. Hep aynı aynı şeyler. Saç boyamak ne saçma bir eylem aslında. Dibi geliyor insanın, falan… Zamanın geçmesini “dibi gelmek” olarak kullanabiliriz, kendisini deyimleştirmek pek şahane olabilir. Her geçen an bizi, dip’e daha çok yakınlaştırmıyor mu? Mesela ben bugün 7954 günlükmüşüm ve yeni yaşıma girmeme 82 gün
Bana bu kalbin kadar temiz olan sayfayı ayırdığın için teşekkür ederim. Dü bab dü dü bab dü dü bab dü dü bab, bab bab dü dü bab bab a dü dab. I never know what to do with my love I never know what to do with my hands So I put them behind my back

Kuaförün çöpündeki saç teli

O kadar soğuk ki, nasıl üşünür unutuyorum. Hani böyle bir karanlık yoktu? Şimdi siyahtan söz etmek bile imkansız. Uzaktan geldiği belli, belirsiz bir ses kulağımı çınlatıyor. Burada mıyım, farkında değilim. O boşluk bir nefeste beni içine çekerken, patlayan kulak zarlarım dibe batıyorlar. Yine o tanıdık boşluk; kulağımdan göğsüme, doldurulmam unutulmuş. Eski günlerdeki misafirlik evleri geliyor aklıma o an, oturmak dışında her şeyin yasak olduğu. Aynı kısıtlılık duygusuyla olmayışlar içinde sürüklenirken, içim içimi yiyor. Bunu kabullenemediğim gibi hayali de peşimi bırakmıyor. Yok, işte, olması gereken.

En zayıf halka

Ofiste şemsiye bırakmanın verdiği mutlulukla aniden atışan yağmurun altına kendimi attığımda, bez ayakkabılarımın çoraplarımı mahvetmesine bir kez daha izin vermeyeceğime dair söz veriyordum. O sırada sol ayağımla bastığım büyük, dikdörtgen ve şaşkın Şehit Muhtar Bey caddesi taşının altında saklanan suyun bir kısmı açığa çıkarak sağ ayağımla bütünleşmişti bile. Boyumun uzaması ve gelişimim için doğanın uyguladığı bir komplonun daha sonuna gelmiştim. Halbuki bilmiyordu üzerimde kıyafetlerim varken ıslanmayı hiç mi hiç sevmediğimi. Hele şemsiye taşırken hiçbir yeri ıslanmasın istiyor ya insan, ayakları dahil, o anlamıyor. Yağmur, saçma şey. …diye yazmıştım, Baba ve piç’e başlamadan önce. Sonra “ Oha ” dedim. Merhaba, ben kahve içince sarhoş oluyorum. Yok, sarhoş değilim, çok sıkıcıyım çok çok sıkıcıyım.
Mucize! İşte bu yere yıkar beni. Ama bir bedeli var. The Turkish Mutant Ninja Turtles.

Kendimle şaşırtmacalar oynadığım zamanlar

Suçunu itiraf etme. Benim üstüme kalsın. Çünkü üstüme çok yakıştı.

Ruhum öğrensin artık bu ağlatan eski oyunu

Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu. Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek; Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek? Necip Fazıl Kısakürek, alakasız bir şiirinde böyle demiş işte. ve Mor ve Ötesi'nin pek güzide şarkısı, Canlı Yayın; Ve sizler ve onlar ve ötekiler hiç hissetmez mi? Canlı yayındaki yitmeyi. Vallahi ıhı. http://www.ingridmichaelson.com/popup.php

Nihâvend makamı

Resim
Avuç dolusu ilaçlarım ve ben. Su katmadan yutarken, sürtünme kuvvetinin şiddetini keşfediyorum. Nerede o eski kaygan boğazlar? Çok konuştuk. Hepimiz kuruduk. Belki de gece ağzımız açık uyuduk. Sen kimsin? Arabaların alarmları var. Kimse kimseye güvenmiyor. Bağırmaya hazır ses tellerimiz, oruçlu ağızlardan küfürler yükseliyor. Durup dururken, durup bakıyorum onlara. Kendimi atasım geliyor. Attığım yerde yine varlar ama. Issız bir adaya düşmek isterdim yanıma üç şey almadan. Hava soğuyor, bazen de çok sıcak di mi? Dünya bizi istemiyor. Zaten artık kimse ıssız adaya da düşmüyor. Issız adalar, ıssızlıklarını istiyorlar tekrar. İnsanlar, siz susmasanız da ben sizi elbet bir gün duymayacağım. Kaderim bu, böyle yazılmış yazım Hiç kimsenin aşkında yoktur gözüm Bir yalnızlık şarkısı söyler sazım Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım

İsmini gugılda görmek

Taa 17 yaşımdayken gugıl'da çıkmıştım. Neydi öyle, inanılmaz süper bir şeydi! Ananem dedem kim varsa gugıl'ı pek bilmeyen, anlatmıştım böyleyken böyle ve bu şahane. Ben artık resmen ünlüydüm. Az evvel de bloğumun ismini, bilindiği üzere " Aklıma Taktıklarım "ı arattım. Gugıl Bey şöyle lütfediyor: Bunu mu demek istediniz? aklıma baktıklarım Hayır çikolatam, onu demek istemedim. Zaten şimdilerde gugıl'a çıkmayan yok. Eskiden her şey daha heyecanlıydı di mi?

Falı fallanmak

Resim
Şu hayatta isminin İmdat ya da Yeter olmasından daha kötü bir şey olabilir mi? Doğduğu anda kirlenen insan bedeninin, ileriki zamanlarda eziyet çekmesini garantilemek adına birbirinden muhteşem ve yaratıcı ebeveynlerin bir şakası mıdır bu? Yoksa kaderin mi bir oyunu mudur, bilinmez. Dişi versiyonu için Döndü şeklinde özetleyebileceğim bu şahane isimlerin sahiplerini kesinlikle ezmemekle beraber, bu isimleri hala nüfuslarında, bilumum kartvizitlerinde taşıyıp halk içine karıştıkları için kendilerine aşığım. Bahsetmek istediğim bir konu daha var…

I think a lot and I know too little

Keşke şu gözde ile başlayan, profilim altında sıralanan olaylara giriş yapmasaydım zamanında. Şimdi “ay acaba kimi unuttum, bi sürü aklıma gelmişti, neydi!” diye krizimsi, beni güldürürken düşündüren haller içindeyim. Saatler geçleştikçe havanın hala aydınlık oluşu beni sanki işten erken çıkıyormuşum şeklinde tabir edebileceğim, çeşit çeşit, buram buram vicdan azaplarına sürüklüyor. Kimse beni görmicek ne de olsa diye kepaze hallerde çıktığım karanlık kış vakitlerinin pek gerilerde kaldığını hissediyorum. Bu güzel bir şey aslında ama… dün havalar iyileşti diyerek giydiğim ince mont sayesinde soğuk, resmen kalbimin atışını yavaşlattı… işte bu güzel bir şey değil. Kar yağıyor olsa tamam diyeceğim, kurtarırdı. Kapıdan baktıran, kazma kürek yaktıran mart “burdayım” dedi. Okul numarası da 6853’müş Mart’ın. Kendisine kişilik kazandırınca, baş harfini bile büyüttüm. Ben böyle biriyim.

Sürüden ayrı

Resim
O bir uçak, o superman. Hayır, sadece bir kuş'un beni bu kadar heyecanlandırabileceğini hiç düşünmezdim. Lomovari çektiğim fotoğrafları bilgisayara aktardıktan sonra bazı diğer şeylerin farkına vardım: Bunu daha çok yapmalıyım. (Flickr sen neymişsin be abi) --- Yael Naim . Oha diyorum. (Pek demem) Toxic kavırını pek beğendim, kendi ismini taşıyan albümünü de keza. (keza) Forevır fimeyl vokalistz! Hakkatten ben niye bu kadar çok beğendim britni'nin şarkısını?

Göbek

Bütün olasılıkları düşündüğü için onların olmadığına inanıyordu. Mesela denir ya, “Hiç aklıma gelmezdi” diye. Onunkine geliyorlardı çoğu zaman. Uyanıyor. “Şu şu şöyle olabilir” diyor ve ekliyor “öyle olursa da böyle olur”. Sonra elinde kalan, içten içe ümit ettiği şeylerin gerçekleşmeyişi. Otobüste yer bulmuştu, Regina dinliyordu. Ama kadının göbeği koluna değiyordu. Sağ sayfadaki son cümleyi okuduktan... "iki gece önce bir sarhoş kavgasında öldürülmüştü de kehanetinin" ...sonra kitabının sayfasını çevirmek isterken dirseği kadının göbeğine sertçe çarptı. Rahatsız oluşuna karşın “Oh canıma değsin” anlamında insan ırkına has haince bir bakış attıysa da kadın oralı olmadı. Belki de hissetmemişti bile, göbeği de bir şey demedi. Kendinin kötü biri olduğunu düşünürken kitabına döndü, dinlediği müzik can sıkıcıydı artık. Bu olasılıklarda yoktu.

Bir ilham kaynağı olarak klasik müzik

Last fm diyor ki: Frédéric Chopin Turnede Türkiye'ye de gelir mi acaba? Ayrıca şimdi, hemen baktım ki Erik Satie 'de turnedeymiş. Bütün maaşımı yatırmam gerekse de en önden bilet alacağım. (üzgün sımayli) Biloğa ilk defa video ekleyebilirken hissettiğim duyguların tarifi yoktur: aynısını çalıyorum ki.

Çorbayı kaşıkla içmek

"Lütfen bekleyiniz! Lütfee... Şimdi karşıya geçebilirsiniz." Ne kadar kolay, bütün yapmam gereken zeki ve parlak olmak. Geri zekalı olmasaydım onlar gibi olabilirdim: Her yerdeki hünerli ve başarılı sihirli insanlar gibi! Dinliyorum: Vienna Teng - I don't feel so well Okuyorum: Charles Bukowski - Gece çılgın ayak sesleriyle yırtıldı İçiyorum: Ezogelin çorbası Ha evet, ne diyordum, çorbayı kaşıkla içmek, zaman kaybı; tıpkı bir cümleye 4 virgül ve 1 noktalı virgül yerleştirmek gibi. Bir kaşık iki kaşık, hayır yapamayacağım, nerede benim kupam!? (ofiste talihsiz serüvenler dizisi) * Taksim Meydanı'ndaki Beyoğlu Belediye Başkanı beyefendisine çizdikleri Dali bıyığını gördüğümde gülme krizime engel olamadım.

Benden geçti ama sen yap

Resim
Sabah uyandım. Pencereden caddeye baktığımda evimizin Tarlabaşı'na ışınlandığını düşünüverdim. Neden? Çünkü heryerde bez afişler, çamaşır misali. Hayır bi bizim pencere önü kalmıştı, orası da istila edildi. Teşekkürler cehepe, akepe, depe, mehepe ve ismini bilemediğim bütün hayırsever partiler. Bilog yazmaya o kadar zamanım yok ki, anlatamam. Anlatmam, çünkü zamanım yok. Ayrıca, sizi ilgilendirmez ama göbeğim mi küçülüyor, yoksa ben mi ona alışıyorum, bilmiyorum. <- şiir Büyük aşklar hep senin olsun Hem zaten boşu boşuna başkalarında duruyorlar.

Tavuklu pilav

Küçükken çok tavuklu pilav yedim ben. Başka başka evlerde, başka başka ellerden. Hepsi birilerinin sonuydu. Hepsi içime oturdu.

Alt benlik

Resim
En sevdiğim köşe yazarını Nil Karaibrahimgil olarak kabul etmişken ülke gündemiyle ilgilendiğimi düşünmek bile kötü. Biraz rahatladım sizi görünce güzel hakikatler bulmuştunuz benden önce.

Fabrika ayarlarına geri dön

Resim
Ağızda kalan, bilindik, hoş bir tat gibi reflekssizce içine çekiyor. Ağır ama ağrısız: Hep istediğimdi metrekareme 2¹ kişinin düşmesi. Düşüm, sanki üşüten güneşli bir hava. Sonunu bildiğimiz filmler gibi değil ama. Gözlerimde hiç olmamış bir ışık: kırmızımorsarı. Defterimden kopardığım kullanılmamış eski sayfalar-ımsın tekil ikinci şahıs. Hiç batmayan çok yünlü bir kazak, hep giymem gereken. Egzoz dumanını içime çektiğim, oksijeni sana ayırdığım Cak’lı zamanlar. Ya bir hep, ya bir hiç: Siyah ile arası iyi değil Beyaz’ın. Maggie Taylor / One and a half sisters. 2003 İzlediğim: David Fincher / The Curious Case of Benjamin Button Okuduğum: Charles Bukowski / Kaybedenin Önde Gideni Dinliyorum: (Böyle de yeni bir sayfa açalım) Ane Brun / Don't Leave Devendra Banhart / A Ribbon Paolo Nutini / Rewind Devics / The man I Love Cibelle / Green Grass Glen Hansard / Leave

Umduğumla bulduğumun ilgisi yok

Resim
Dün In the Land of Women isminde uzun zamandır izlemediğim sıradanlık ve saçmalıkta bir film izledim. Başrolde O.C'nin yakışıklısı Adam Brody var ama yetmiyor, ne Meg ne de Ryan. Afişte de Lucy ile Carter'in öpüştüğü an var ve o an filmde saliselerle sınırlı. Fazlasıyla sıkıcı bir film olmanın ötesine geçemezken, o cadde sokak herneyse işte, orada başkaları yaşamıyor mu sorusu akıllarda yankı uyandırabilir. Artık Virginia Woolf da okuyorum. İlk kitabım arkadaşımın 5 TL'ye satın almış olduğu Orlando. Sabah işe gelirken birkaç sayfa okudum ancak açıkçası beynim bulandı. (Mucizevi bir şekilde kadın olan erkeğin hikayesi) Yakında evcilik oynayabiliriz: "Ben Sylvia olayım, sen Virginia ol" şeklinde. Tamam tamam, şakaaaa. Ölüyü oynadığım tiyatroda sıranın gelmesi gibi. Burnu, göz bebekleri, 32 dişi yerli yerinde mi? Bir çığlığa eriyen, Dönüyorum ve yanıyorum. Gösterdiğiniz alakaya aldırmadığımı sanmayın.